Psikomitoloji Nedir ?

PSİKOMİTOLOJİ

-Kavramsal Açılım-

M. Bilgin Saydam

‘Psikomitoloji’, mitolojiyle psikolojinin, hep aynı materyali, farklı yorumlamalarla ele aldığı savından yola çıkar: Bir çatı kavram olarak, bireysel ve -masal, mit, destan gibi- kolektif metaforik öykülerin, psikodinamik kuram ve yöntemlerle okunması bilimidir: Mitlerde dış dünyanın nesnelerine ve olaylarına yansıtılan, insan zihninin gelişim ve eyleşim öyküsünü, gerisin geriye, içsel dünyaya doğru takip etmek, modern psikolojiyle buluşmaktır.

Tanımlama bütünsellik içinde mümkündür; zamanda ve uzayda keşfedilen / icad edilen tasarımsal bütünlüğü öyküler sağlar. Her türlü ifade öykü-sellik içinde anlam kazanır. Ben, öykülerimle ‘ben’ olurum. İnsan, bizzat öyküsüdür, kimliğini öyküsü belirler. Herkes bir öyküyü yapar ve yaşar (Sacks 1996). Bunun tersi de doğrudur: Öyküsü, insanı yapar / yapılandırır. Bilmek-anlamak isteyen zihin için her şey ve her olay, öykü(sü)yle anlamlıdır. Mit terimini, alışıldıktan daha geniş çerçevede, ‘yaşayan, yaşatan ve yaşanan öyküler’ tarifiyle kullanır, içerik ve dinamiklerini süreç analizleriyle ve geniş / derin bağlantılar ağı içinde anlamayı hedeflersek, tam da psikomitolojinin çalışma alanına girmiş oluruz.

İnsan kendisini (ve dünyasını) öykülendirerek şekillendirir (homo narrans; Bruner 1991, Niles 1999, Randall 1999). En geniş anlamıyla psikomitoloji, insana ait -bireysel ya da ortak- tüm bu öyküleri kapsar; hepsine -evrensel- gerçeklik atfeder. Tekilin tümeli, bireyin insanlığı temsil ettiği varsayımından ve öznenin nesneyle (göreli) özdeşliği, yani insanın kendi dışındakileri tanımlarken, -nesneleriyle ilişki içinde olan- kendisini tanımlamakta olduğu kurgusundan hareket eder. İnsan varoluşunun, ‘doğa(dan) ‘ kültür(e)’ gerilimindeki açılım ve şekillenmesini, bıraktığı metamorfik izleri, yani bireysel ve ortak mitleri irdeleyerek araştırır. Bireysel ya da sosyokültürel tüm kimlikler ‘uydurulan’ ve aktarılan öykülerle oluşur ve dönüşürler. Mitler-ritler / kültürler, başka mitler ve ritlerle / kültürlerle, bireyler / halklar, bireylerle / halklarla karşılaştığında, mitler-ritler, kültürler, bireyler ve halklar dönüşür, olgunlaşır, zenginleşir (Eliade 1993, Saydam 2013).

Mitolojiyi burada masaldan destana, efsaneden ‘mit’e, tüm bu ortak ürünleri kapsar şekilde, sosyal bilimlerdeki özgün tanımından farklı bir yelpaze içinde, en geniş sözcük anlamıyla ele alıyorum: İç ve dış gerçeklik arasında bağlantının esasta, yansıtma, yansıtmalı- özdeşim, içe-atma gibi ilk(s)el psikodinamik yöntemlerle sağlandığı, kısmen, olgun ikincil savunma düzenekleriyle işlendiği metaforik öykülerin alanı olarak. Bu ortak ürünlere bireysel mitleri de katabiliriz: Bireysel öykülerin her satırında tümel insanlık serüvenine göndermeler saklıdır. Tersi de doğrudur: Tümel (ortak) mitler, hep tekil öykülerin genelleştirilmesidir. Hepsi, insan’ın öyküleridir; salt var-oluşlarıyla ve öyle-oluşlarıyla ‘gerçeklik’ kazanmışlardır. Hepimiz / her şey, eğer ki var isek ve böyle isek, bir öykünün içindeyizdir. Tanımı basit: Neyim, nasılım, kimim; nereden geldim, neredeyim, nereye gidiyorum? Bu soruların yanıtları, benim öyküm olarak, bilinçli ya da bilinçsiz ben’de içkindir ve dünya üzerindeki duruşumu ve eylemliliğimi belirler.

Yukarıda sorduğumuz, “mitler, iç öykülerse şayet, dış öykülerin rolü nedir?” sorusunun meta-yanıtı, iç ve dış ayrımının yapay, pragmatik bir eylem olduğudur. ’Anlam’ arayışında insan varoluşu, yegâne referans gerçekliktir. Var olan ya da vukû bulan her şey, ancak insanın zihinsel şeması içinde anlam kazanabilir; bu anlam bütünlüğe muhtaçtır. Zihinsel bütünlüğü oluşturan, iç ve dış nesnelerin birbiriyle etkileşimlerinin -öyküsel- tamamlayıcılığıdır. Verili dış nesneler olarak doğa elemanları, etkileriyle doğa olayları, zihnin türlü yansıtmaları için ideal çekim odağı niteliğiyle, bütün zamanlarda ve coğrafyalarda, önemli kültür nesneleri olagelmişlerdir (Saydam 2013).

Burada bir açıklama gereksinimi doğuyor. Niye ‘mit’ kavramını böylesine geniş anlamda, hele ki çok daha nötr bir sözcük olan ‘öykü / hikâye’ yerine kullanıyorum? ’Mitos’, kadîm Yunan’da, -erken dönemlerde- gerçekliğinden kuşku duyulmayan, kutsallığı (-öncesizliği) hissedilen öyküleri karşılayan bir terimdi: Herşeyin bilgisi mitlerdeydi. Tarih öncesinden günümüze, mit olarak tanımlayabileceğimiz, gerçekliğinden kuşku duymadığımız, içerdikleri esaslara, yasak ve önermelere göre yaşadığımız, yani birey ve topluluklar olarak yaşam felsefemizin özünü, duygu, düşünce, duruş ve eylemlerimizin omurgasını teşkil eden öyküler, -her kültürde- hep var oldular.

Mit, öyküden daha fazlasıdır: Bizi içten ve dıştan sarar, taşır, eğer / büker, yönlendirir. Geçerli olduğu ân ve hâlde, herşeyi açıklar, -zamanda ve uzayda- yaşamın bütünlüğünü taşır. Yani mit tam anlamıyla ‘asal yaşam öyküsü’dür; kapsayan, ‘yaşayan-yaşanan-ve-yaşatan- gerçek-öykü’dür:

“'[Y]aşayan [ve yaşanan / yaşatan – M.B.S.] mit’ deyişinden, insan davranışı için model oluşturması ve bu yolla yaşama anlam ve değer kazandırması olgusunu anlıyoruz” (Eliade 1993: 10).

Mitoloji, özündepsikomitolojidir: Psikomitoloji, mitlere köken / neden, işlev / amaç, konu / içerik açısından bilimsel açımlama iddiasıyla yaklaşır. Mitlerin anlamına ancak psikososyokültürel çözümlemeyle ulaşılabilir ki, bu çözümlemelerde kullanılabilecek, – tomurcuklanmalarıyla- en gelişmiş kuram olan psikanaliz de -Jung’tan Lacan’a pek çok kuramcının vurgulamış olduğu gibi- nihayetinde bir mitoloji uyarlamasıdır: Bu meyanda psikanaliz bir psikomitoloji alt dalıdır; psikanalitik uygulama, bir psikomitolojik çözümleme yöntemidir. Psikomitolojinin materyali, insanın ve insanlığın öyküsü, daha kesin bir ifadeyle, insan zihninin ve onun öznesi olan bilincin oluşum ve gelişim sürecidir. Pek çok başka bilim dalının kuram ve yöntemlerini kullanır: Dinbilim, antropoloji, felsefe, etik, hukuk, tarih, sosyoloji, tıp, psikoloji, ekonomi, coğrafya, … gibi sosyal bilimlerle, edebiyat ve plastik sanatlarla içiçe çalıştığı gibi, fizik, kimya, biyoloji, evrimbilim, astonomi, mimari, mühendislik, .. .gibi doğa ve teknik bilimlerinin birikimlerini de gereksinir. Elbette ki etkileşim karşılıklıdır (Bonnefoy 2000, Eliade 1991, 1993, Jung ve diğ. 1981, Neumann 1974, Saydam 2013, Segal 2004).

Psikomitoloji bu alışıldık anlamıyla mitlerin psikodinamik yorumlanması gibi düşünülse de, kavramların yer değiştirmesiyle, ‘ruhun öykübilimi’ şeklinde tanımlanması, alanı

insana ait tüm açılımları kapsar hale getirir.

Psikomitoloji, özel’de evrensel’i, tekil’de tümel’i yakalama kaygısı içinde, evrenin yaratılışını ve insanlık tarihini, -hiçlik ve heplik / bağımlılık ve özerklik / içkinlik ve aşkınlık aradalıklarında seyreden- ‘hep-çocuk’ insan-kahraman’ın, ‘bilinçdışı ve bilinç’, ‘madde ve mânâ’, ‘doğa ve tin’, ‘dişil-ilke ve eril-ilke’ ikili sistemlerinin güç alanlarındaki eylemleri olarak görür ve yorumlar (Saydam 2013, Sels 2011).

İnsanı ayıran doğası değildir; doğasıyla ne yaptığıdır, yani kültürüdür. Afrikalı Masai Mara’nın ruhu, Arktik İnuit’in ruhu gibi ‘insan’ın ruhu’ dur. Ortaçağ Rus köylüsü insanlığında, 21. Yüzyılın Silikon Vadisi yazılımcısından farklı değildir. Maddesi aynı, donanımı aynı, temel dinamikleri aynıdır. Coğrafi, tarihsel, etnik, sosyal, kültürel ve kişisel özgünlükler hep aynı ‘insan ruhu’nun yüzeyde farklı, derinliğinde benzer görünümleridir. Psikolojik dinamiklerin, kültürötesini ve bireyseli -elbette ki biyolojik çerçeve gözetilerek- tüm çeşitlenmeleriyle kapsayacak, anlamlandıracak şekilde evrensel geçerliğinden söz edebiliriz.

Mitler, dil, din, ırk, zaman ve mekân gözetmeksizin insanoğlunun varolduğu her boyutta benzer biçim ve içeriklerle tekrarlanan ‘insan’ın mitleridir. Ancak altta yatan ‘evrensel’i görebilmek için, ‘yerel-kültürel’ farklılıkların çok iyi tanınmış olması önkoşuldur. Elbette her mitin içinde, ait oldukları çevreye / kültüre özgü motifler, dinamikler, çatışma ve çözümler vardır: Eski Mısır mitolojisinde, dünyanın merkezi / ekseni (axis mundi) ve daha pek çok şey yerine geçen sedir ağacı, Orta-Asya’da şamanın göğe çıktığı merdiven işleviyle kayın veya çam ağacı olarak karşımıza çıkar (Roux 1994). Kuzey Asya’daki ayı, Hindistan’da kaplan, Afrika’da aslan olur. Zeus’un yıldırımı, Thor’un çekicidir; yarı-tanrı Rama cinler padişahı Ravana’yı Brahma’nın okuyla alt eder. Tanrıların insanlara hediye ettiği besin bazı yerde arpadır, bazı yerde pirinçtir, buğdaydır, mısırdır. Hepsi aynı açlığı yatıştırır… Tarih, coğrafya ve kültür, mitleri ve mitolojik figürleri belirler; dinsel sistematolojiler aynı insana hitap ediyor olsalar da, görünümlerinde ayrışırlar:

“[T]arihin dışında, zamanın dışında ‘saf dinsel olgu yoktur. En soylu dinsel çağrı, mistik deneylerin en evrenseli, en genelinden insan davranışı -örneğin dinsel kaygı, ayin, ibadet-, ortaya çıktıkları andan itibaren özelleşmekte ve sınırlanmaktadırlar. Tanrının Oğlu bedene bürünüp İsa olduğunda Aramice konuşmak zorunda kalmıştır; ancak kendi döneminin bir İbranisi gibi davranabilirdi -ve bir yogi, bir taocu veya bir şaman gibi davranamazdı-. Dinsel çağrısı ne kadar evrensel olursa olsun, İbrani halkının geçmiş ve o andaki tarihi tarafından şartlandırılmıştır. Eğer Tanrının Oğlu Hindlerde doğmuş olsaydı, sözlü çağrısı Hind dillerinin yapısına ve bu halklar yığınının tarihsel ve ön tarihsel geleneklerine uymak zorunda olurdu.” (Eliade 1992: 7-8)

Benzer işlevlerin taşıyıcısı ve uygulayıcısı olan, Jung’un kuramında ‘arketip’ olarak tanımlanan, bireyselden öte bir anlamlılığın taşıyıcısı bu nesnelerin (sembollerin) etkinliği ve ‘gerçek’liği kültüraşırıdır, evrenseldir (Campbell 1992, Jacobi 1971, Jung 2003, Johnson 1992, Neumann 1974).

Mit, geniş anlamıyla, bir antropomorfik evren ve zaman tasavvuru sunar. O ân ve hâl içinde nihâi ve kesindir. Mit aradalığı anlatır; ama aradalık geriliminden çıkmış olma yanılsaması yaratır. Bu nedenle yatıştırıcıdır; selâmet vaad eder. Kültürel antropolog ClaudeLevi-Strauss’un mit hakkında söylediklerini anımsayalım: Mit, çözümsüz kültürel karşıtlıkları aktarma işlevini üstlenen gösterenlerin oluşturduğu bir yapısal sistemdir. Doğum, ölüm, cinsellik gibi temel konularla ilgili çözümsüz kültürel çatışmalar konusunda uyarılar içerir. Mit çözüm sunmaz, -gerilimi dindirmez- ancak karşıtlıklar arasında özdeşlik ya da benzerlikler kurarak sembolik denetim imkânı verir (Sels 2011).

Mitlerin zorlayıcı gerçeklikler olduğu unutulmamalıdır. İçindeyseniz ve içinizdeyse, gereklerini yerine getirmek zorundasınızdır. İçkin ve aşkındırlar; yani tüm varoluşu sarmalarlar. Bu tanımlamayla mitin herhangi bir öyküden farklı olduğunu, mitlerle aramıza mesafe koymanın imkânsızlığını vurgulamış oluyoruz. Mitolog Carl Kerenyi’nin -aşağıda- konuyu açan ifadesinde kullandığı ‘ilkel mit’ kavramına, rahatlıkla günümüzün modern inanç dizgeleri ve yaşam felsefeleri / dünya görüşlerine eksen teşkil eden bireysel ve ortak mitleri de katabiliriz. Bilmek, öyküsüyle / öyküleyerek bilmek ise eğer, mitsiz bir insanın, toplumun ya da kültürün varlığı mümkün değildir:

“İlkel bir toplumda var olduğu haliyle yani yaşayan ilkel şekliyle mit, sadece anlatılan bir hikâye değil, yaşanan bir gerçektir. Nitelik olarak günümüzde, örneğin bir romanda okuduğumuz kurgudan farklıdır, aslında yaşayan, ilkel çağlarda yaşandığına inanılan ve o günden beri dünyayı ve insanlığın kaderini etkileyen bir gerçektir. İnançlı bir Hıristiyan için Kutsal Kitap’taki yaratılış hikâyesi, cennetten kovulma ve Mesih’in çarmıha gerilerek kendini insanlığın kurtuluşuna adaması neyse, ilkeller için de mit odur. Bizim kutsal hikâyemiz nasıl ayinlerimizle ve ahlâk anlayışımızla yaşıyorsa ve inançlarımızı ve davranışlarımızı yönlendiriyorsa, ilkeller için mit de aynı şeyleri yapmaktadır… Öyle anlaşılıyor ki kutsal sayılan ve dinsel törenlerde, ahlâk yapısında ve sosyal oluşumda vücut bulan özel bir hikâyeler sınıfı vardır ve bunlar ilkel kültürlerin bütünleyici ve aktif bir parçasını oluştururlar. Bu hikâyeler boş bir ilgiden dolayı, uydurma değil, hatta gerçek olayların aktarımı olarak da değil, ancak yerlilerin şimdiki hayatını, kaderini ve insanoğlunun davranışlarını düzenleyen, insanoğluna ibadet ve ahlâki davranışlarda hem motivasyon hem de rehberlik eden bilgiyi temsil eden, ilkçağlara ait daha yüce ve anlamlı bir gerçek olarak yaşarlar” (Kerenyi 2012: 14).

Tüm mitler ‘orijinal’dir; yaratılış mitlerinin ardılıdır: Zira her mit, kendisiyle birlikte / kendinden sonra dünyanın -artık- nasıl olacağını bildirmektedir; ‘asıl zaman’da, bir varlığın, bir ritin, bir doğa olayının yaratılışını anlatır. Şöyle de diyebiliriz: Anlattığı zaman, kendisiyle birlikte asıl zaman olur. Eski, yeni bir şeyin ortaya çıkmasıyla değişmiştir. Değişen, bütünün çok küçük bir parçası olabilir; ama o küçük değişiklikle eski artık geçerli değildir. Yeni mit, yeni dünya / yeni insan / yeni paradigma demektir. Dünya ve insan ‘yeniden’ tanımlanırken, dünyanın ve insanın yaratılışı yeniden yorumlanmış olur.

***

Masal, çocuk zihin için tümüyle gerçektir, canlıdır; çocuk masalı yaşar ve yaşatır, dünyayı ve kendini masalla kavrar: Masal çocuğun mitidir. Halk hikâyeleri /destan ve efsaneler premodern kültürlerin yaşamı çepeçevre saran ve belirleyen, referans alınan mitleridir. Dinsel ve tarihsel menkıbeler -bazen mecaz niteliğinde yorumlansa da- sıklıkla birebir gerçek kabul edilirler; birey ve kolektif için zorlayıcı örnek niteliği taşırlar. İdeolojiler inananlarının mitleridir. Doğa bilimlerinde ya da sosyal bilimler alanında olsun, kuramlar yaşamı açıklayıcı temel nitelikleriyle, mitlerin taşıyıcı ve zorlayıcı özelliklerinden sıyrılmış değildir. Bireyin kendini tanımladığı / açıkladığı ve yaşam serüveninde itici / çekici güç oluşturan ögeleri içeren eksen öyküsü, onun mitidir: Mit canlıdır; yaşamı belirler, insanı belirler.

Mit içerisini ve dışarısını -aynı anda- ilgilendirir. Mitlerde iç ve dış gerçeklik karşılıklı olarak birbirini doğrular, yani tanımlar ve anlamlandırır. Bu sembol-yoğun öyküler, bireysel psikoloji düzleminde rüyalara benzer ve rüyalar gibi, elbette ki tarihsel ve sosyokültürel çerçeveleri içinde, ele alınabilir, yorumlanabilirler. Psikanalizin öncülerinden Karl Abraham ve Otto Rank, mitleri, ‘halkların kitle rüyaları / fantezileri’ olarak tanımlar. Joseph Campbell’a göre rüya kişiselleştirilmiş mittir; mit ise kişisellikten arındırılmış rüyadır. Ancak rüyalarda, rüyayı görenin iç çatışma (konflikt) ve eksiklikleri (defisit) ‘Ruh’un sembollerini ve dinamiklerini bireysel özgünlüğü için(d)e daraltarak yeniden yorumlarken, mit kahramanının karşılaştığı sorunlar ve aranılan çözümlerin ortak (kolektif) geçerliliği vardır. Ancak bu savlama bütünüyle doğru değil; bireysel-ortak çakışması, ayrıklığından çok daha belirleyicidir.

Rüyaların temel dokusu günden arda kalanların teslim olduğu (Freud 1976) birincil düşünce süreçlerine indirgenebilir. Mit gibi ortak ürünlerde bilinçdışı dinamiklerin oluşumunu belirleyen birincil düşünce süreçleri, ortak dış gerçekliği gözeten ikincil düşünce süreçleriyle bağlantı içinde işlenmiştir. Yani iç ve dış gerçekliklerin birbirini doğrulayan biraradalıkları söz konusudur. İç -psişik- gerçekliğin içerik ve dinamikleri, ‘mecaz’larını dış -maddî- dünyanın içerik ve dinamiklerinde bulmakta zorlanmaz. Zira teşbihte hata olmaz: Uydurmak aslî yaratıcı hamlemizdir:

“Çünkü insanlar efsanelerini, kendi bildikleri somut dünyanın elementlerinden oluştururlar. Bu efsaneler dünyanın başlangıcı-yaratılışı veya kuruluşu ile ilgili olsa bile” (Kerenyi 2012: 58).

* * *

Bilinçdışı ürünlerin olayları ve sembolizmi, uyanıklık bilinci için gerçeklikten uzak olgulardır. C. G. Jung, “günün unuttuğu mitleri geceler anlatır”, der (Jung 2001: 288). Uyanıklık bilincinin mantık dizgelerinde ‘gerçek’dışı (yani ‘bilinç’dışı), hatta ‘saçmalık’ olarak değerlendirilseler de (‘neyse ki rüyaymış!’ rahatlaması) psikolojik gerçeklikleri mutlaktır; çünkü etkileri tüm yaşama sızar (Campbell 1978, Eliade 1992, 1993, Franzke 1985, Fromm 1990, Jacobi 1971, Johnson 1992, Jung 1971, 2003, Jung ve diğ. 1981, Neumann 1974, Sels 2011).

Rüyaların kendi başına bir anlamı yoktur. Anlamı(nı) rüyalara (bilinçdışına), onlarla etkileştiğimizde / çalıştığımızda biz veririz. Anlam bilincin tekelindedir, -bilebildiğimiz kadarıyla- bilinçli yaşantının dışında anlam aramak anlamsızdır [sic]. Bilinçdışı olay ve nesnelere anlamını veren bilincimizdir; tam ve bütüncül ya da parça bölük / pırıl pırıl aydınlık ya da sisli puslu / bulanık bilinç, anlam(lar)ın yaratıcısıdır / bağlantıcısıdır. Bilinç, şeyleri ve devinimleri bağlayarak bütünler, anlam dediğimiz şey de budur.

Evet, mitlerin kaynağı ‘Bilinçdışı’dır, ve bu kaynak -tanımı gereği- Bilin(e)mez’in alanındadır, ama etkilidir. Bu, semptomlarla, sürçmelerle vb. kendini gösteren örtük etki mecazsal çözümlemelerle Bilinife çıkartılabilir. Rüyalarda olduğu gibi masal ve mitlerde, bilinçdışının ‘örtülü’ mesajlarının bilinçli algılamaya ve yorumlamaya açık ve anlaşılır hâle gelmesi, bu oluşumlarda kendini gösteren sembol dilinin çözümlenmesiyle mümkündür. Sembollerin çözümlenmesinde temel ilkeler aşağıda sıralanmıştır (Cirlot 1971, Jung ve diğ. 1981):

  • Hiçbir şey anlamsız, tarafsız ya da rastlantısal değildir; her şey önemlidir, en küçük ayrıntılar bile.
  • Hiçbir şey kendi başına / bağımsız değildir. Her şey bir başkasıyla ilişki içinde anlamlılık kazanır. Bütün, parçanın anlam, nitelik ve niceliğini belirler.
  • Nicelik bazı durumlarda niteliği belirler; daha doğrusu söz konusu olgunun ortaya çıktığı koşullar niceliğin anlamını veren öğelerdir.
  • Her şey birbiriyle bağlantılı, anlamlı diziler içinde yer alır. Değişik diziler birbiriyle, bütün içindeki konumlarıyla ilişkili bir etkileşim içindedir.
  • Her şey bir başkasının sebebi ya da sonucudur (nedensel model); ya da nedensellik dışı birlikte tezahür söz konusudur (senkronistik model; Jung 1985).
  • Olgu ve figürlerin sembollerle bağlantısı, şekil / görünüm, eylem ve etkileri ile ortaya çıkış koşullarının çakışması ve benzeşmesi ya da bazen karşıtlığı üzerinden yapılabilir.

Bu ilkelerin ‘mecaz’ ve ‘öykü’ kavramlarının içini dolduran ögeler olduğu açıkça görülmektedir.

Mit yorumu, bilinçdışının biçim ve içerik kurgulamasıyla koşuttur. Bilinçdışı kaynaklı verileri nasıl anlamaya çalışıyorsak, mitleri de -elbette ki, tarihsel, coğrafi, sosyokültürel, ekonomik bağlamlarını gözeterek- benzer tarz ve içerikle yorumlarız. Mitler psikososyal gelişimin açıklanmasında da yardımcıdır. Bilinçdışının dışavurumu / açığa çıkışı olarak ele alındığında, mitlerde, zorlayıcı dış gerçeklikten regresif kaçış denemeleri keşfedilebilir. Benlik psikolojisi okulu, mitlerde kültürel paylaşımlı bir savunma mekanizması teşhis eder. Oskar Pfister mitlerin terapötik potansiyeline dikkatimizi çekmiştir. Ruhsal çözümleme kuram ve uygulamaları içinde kendine yer edinmiş tüm okulların, -Ortodoks Freud’çu, Rank’çı, Jung’çu, Klein’cı, Mahler’ci olsun, Bion’cu, Lacan’cı, Kohut’çu, Kernberg’ci olsun,- mit yorumları, farklı yaklaşımlar sergileseler bile, birbirlerini tamamlayarak bütünün daha gerçekçi, bir görünüm vermesine hizmet ederler*.

  • Bakan / yorumlayan her gözün kör noktaları vardır elbette; ayrıca bir ‘bütün’ olarak insan ve insan olma serüveni, aynı ve tek bir açıdan anlaşılabilecek / tanımlanabilecek kadar dar ve yalınkat değildir: “Mevlâna’nın bir körler hikâyesi vardır hani: File dokunurlar da, eller hayvanın neresine değerse, tanımlar ona göre yapılır; kimine taht gibi gelir fil, kimine yelpaze; nargile, direk sananlar da olur. Hiçbiri bütünüyle neye benzediğini anlatamaz hayvanın” (Schimmel 1982: 17).

Çözümlemeci (analitik) yöntemlerle çalışan psikoterapistlerin çok iyi bildiği gibi, bireysel bilinçdışının ürünü olan rüyaların, en net ve açık olanlarının bile yorumlarında karanlıkta kalacak noktalar olacaktır. Bu olasılık, insanlığın oluşturduğu kültürlerin ortak ürünlerinde çok daha yüksektir. Gerçi bazı ana hatlar belirgindir; ancak yine de, anlamlandıran ve yorumlayanın bilinç olduğunu göz önünde tutarsak, oluşturulacak yorumların, bilinçdışının muazzam kitlesine göre çok dar kalan bilinç kalıplarına sıkıştırılamayacağı ortadadır. Tüm mitler, en düz ve basiti bile-incelendiğinde görülür ki- çok-katmanlı (multidimensiyonal), çok- odaklı (multifokal) ve biçiminde değişkendir (plastik). Yani her öykü pek çok açık ya da gizli parça-nesneyi içerir ve her parça-nesnenin kendi gelişim aşaması içinde değişen hâlleri vardır ve bu hâller birbirini gizler / örter. Carl Gustav Jung’un ifadesiyle, “sonlu olan, sonsuz olanı hiçbir zaman kavrayamayacaktır” (Jung 1931). Yorumlayanın da her yorumla değiştiğini varsayarsak, yeniden bakış mitlerde her seferinde bambaşka şeyler görecektir.

Psikomitoloji, açık ya da örtük olarak insanın ‘bilinçlenme’ sürecinde geçtiği aşamaları açımlayan yaklaşımların, özellikle de psikanalitik öğretinin tüm edimlerinden yararlanır. Dillerin ayrılığı sorun gibi gözükse de -tersine-, farklı perspektifleri açtığı için zenginleştiricidir. Geniş çerçeve içinde eklektik davranmak, hareket serbestisi ve yorum zenginliği sağlar. Mitlerin, insan türünün gelişiminin ve birey olarak insanın gelişiminin aynası olduğu varsayımından çıkarsak farklı kuram ve tanımlamalar kullanan, görünüşte birbirinden uzak okulların, temelde aynı ruhsal (intrapsişik) ve kişilerarası (interpersonel) örüntüleri benzer dinamiklerle ele aldığını görürüz. Tüm psikodinamik çözümleme ve tedavi yöntemleri, ortak mitler için geçerli olanın bireysel mitler için de geçerli olduğu savından hareket eden psikomitolojik yapıçözüm’ e dayanırlar.

KAYNAKÇA:

Bonnefoy Y [ed] (2000), Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü, 1. ve 2. Cilt, çev. Levent Yılmaz. Ankara: Dost Kitabevi.

Campbell J (1978), Der Heros in tausend Gestalten. Frankfurt a. M.:Suhrkamp.

  • (1992), İlkel Mitoloji / Tanrının Maskeleri – 1, çev. Kudret Eminoğlu. Ankara: İmge. Cirlot JE (1971), A Dictionary of Symbols. London: Routledge & Kegan Paul Ltd.

Eliade M (1991), Kutsal ve Dindışı, çev. Mehmet Ali Kılıçbay. Ankara: Gece.

  • (1992), İmgeler, Simgeler, çev. Mehmet Ali Kılıçbay. Ankara: Gece.
  • (1993), Mitlerin Özellikleri, çev. Sema Rifat. İstanbul: Simavi.

Franzke E (1985), Maerchen und Maerchenspiel in der Psychotherapie: Der kreative Umgang mit alten und neuen Geschichten, Bern / Stuttgart / Toronto: Verlag Hans Huber.

Fromm E (1990), Rüyalar, Masallar, Mitoslar / Sembol Dilinin Çözümlenmesi, çev. Aydın Arıtan, Kaan H. Ökten. İstanbul: Arıtan.

Jacobi J (1971), Die Psychologie von C. G. Jung. Olten: Walter Verlag.

Johnson RA (1992), Erkek Psikolojisini Anlamak, çev. K. Kutlu. İstanbul: Gül.

Jung CG (1931), Seelenprobleme der Gegenwart. Zürich: Rascher & Cie Verlag.

  • (1971), Wandlungen und Symbole der Libido. Olten: WalterVerlag.
  • (1985), Synchronicity: An Acausal Connecting Principle. London: Routledge.
  • (2001), Anılar, Düşler, Düşünceler, çev. İris Kantemir. İstanbul: Can.
  • (2003), Dört Arketip, çev. Zehra Aksu Yılmazer. İstanbul: Metis.

Jung, CG, Franz von ML, Henderson JL, Jacobi J, Jaffe A (1981), Der Mensch und seine Symbole. Olten & Freiburg im Breisgau: Walter Verlag.

Kerenyi K (2012), Prometheus: İnsan Varoluşunun Arketip İmgesi, çev. Tacıbaht Türel. İstanbul: Pinhan.

Neumann E (1974), Ursprungsgeschichte des Bewusstseins. München: Kindler Verlag.

Roux JP (1994), Türklerin ve Moğolların Eski Dini, çev. Aykut Kazancıgil. İstanbul: İşaret.

Sacks O (1996), Karısını Şapka Sanan Adam, çev. Çiğdem Çalkılıç. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Saydam MB (2013), Deli Dumrul’un Bilinci, 3. Baskı. İstanbul: Metis.

Schimmel A (1982), Tasavvufun Boyutları, çev. Ender Gürol. İstanbul: Adam.

Segal RA (2004), Myth. A Very Short Introduction. New York: Oxford University Press.

Sels N (2011), Myth, mind and metaphor. On the relation of mythology and psychoanalysis. Journal of the Jan van Eyck Circle for Lacanian Ideology Critique 3: 56-70.