Ölüm başından itibaren insanoğlunun en temel endişesi olagelmiştir. Öyle ki tüm diğer endişeleri ölüm endişesinin türevi veya seyreltilmiş hali olarak değerlendirmek mümkün. İnsan günü geldiğinde öleceğini bilen, bu dünyada geçici bir varlık olduğunun bilincinde olan yegâne canlıdır. Bu farkındalık onda sonsuz bir endişe ve güdülenme yaratır. Tekil olarak insan yaşamı, genel olarak ise insanlık tarihi ölüm endişesine karşı yaşamda kalmanın zorlu ancak hayranlık uyandırıcı serüvenine tanıklık eder. Ölüm endişesiyle güdülenen insanoğlu, tarih boyunca, ölümü yenmenin, ölümsüzlüğe ulaşmanın, olmadı geciktirmenin yollarını aramıştır. Devamını oku…
Uzm. Psk. Hakan KIZILTAN
Prof. Dr. M. Bilgin SAYDAM
“Oidipus. Oidipus Yunan mythos‟unun en trajik kahramanıdır. Onun kişiliğinde tragedyanın özü ve trajik kavramının asıl anlamı belirir. Trajik kişi tek başına ya da bütün soyuyla birlikte tanrı lanetine uğramış kişidir., kaderin oyuncağı olur ve istemeyerek, bilmeyerek suç ve günah işler, bundan ötürü de ya dışarıdan ya da içinden gelen korkunç belalara uğrar.
Narsisizm, psikanalitik kuramın en değerli ve en yaratıcı kavramlarından biri olmasının yanısıra, belki de, en belirsiz ve en tartıĢmalı kavramlarından biridir de. Narsisizmin insan ruhsallığında tam olarak neye tekabül ettiğini belirlemek, narsisistik olanı olmayandan ayırt etmek zaman zaman oldukça güçleĢmektedir. Kavramın temsil ettiği gerçekliğe iliĢkin söz konusu belirsizlik geniĢ hacimli literatüre göz atıldığında kolayca fark edilir: Örneğin nesnesiz evre de narsisistiktir, nesne ile özdeĢleĢme de; süblimasyon da bir yanıyla narsisistik bir süreçtir, psikotik regresyon da; insan iliĢkilerinden kaçan Ģizoid de narsisistiktir, yalnızlığa tahammül edemeyen sosyallik düĢkünü biri de; heteroseksüel “çapkın” bir erkek de narsisistik olarak değerlendirilir, eĢcinsel bir erkek de; “dünyevî” heveslerinden geçip “öbür dünya”ya yatırım yapmıĢ bir sofu da narsisistiktir, dünya zevklerine kendini kaptırmıĢ bir hedonist de; her koĢulda özgürlüğüne titizlenen bireyci de narsisistik sayılır, nesneyle kaynaĢma peĢinde koĢan bir hayat tedirgini de ve dahası hayata tutunmak için uygarlık inĢa eden tüm bir insan soyu da narsisistik bir uğraĢ içinde görünür.
Modernizm, -kuramsal olarak- önyargısız algılama ve ölçümleme yöntemleriyle eksiksiz ve güvenilir şekilde saptanabilen ve kullanılabilen bir gerçeklik içinde yaşadığımızı savlar. Modernist, olguları algılar, anlar ve yorumlar; bu mümkündür. Olası algı ve yorum farklılıkları, tek bir doğruyu bulmada katkısı olan parçalardır. Postmodernizm, nesnenin bilin(e)mezlik ve kavranamazlığını esas alır. Doğrudan ve tek mutlak odaktan ölçümün ve nesnelliğin olanaksızlığı, bilin(e)meyecek bir artığın hep kalacağı iddiası, postmodern duruşun çekirdeğidir.
Kardeş, kardeşi öldürür… Âdem ile Havva‟nın oğulları, kardeşliğin ataları, ilk cinayet ile hafızalarda huzursuz edici yerlerini alırlar. İlktirler çünkü tüm kozmogoni mitleri gibi Eski Ahit de kendisinden önceki zamanı, dünyayı söker atar. Yeni bir dünya yaratır ve bu dünyayı mutlak hakikat olarak kutsallaştırır. İbrani halkının Eski Ahit‟te anlatılan kozmogonisi, ardından gelen Hristiyanlık ve İslam‟da tekrarlanır, çünkü aynı ve tek olan Tanrı‟nın elinden çıkmıştır.
Jung’un psikoloji dünyasına kazandırdığı “arketip” terimi, psikoloji literatüründe, algılamamızı örgütleyen, bilinç içeriklerini düzenleyen, değiştiren ve geliştiren yapılar olarak tanımlanmaktadır (1). Jung, kollektif bilinçdışından süzülüp biçimlenen mitolojik temalara arketip adını vermeden önce “başlangıçtan beri varolan imgeler” ve “kollektif bilincin hakimleri” isimlerini kullanıyordu. Daha sonra, St.Augustinus’un “ideae principales”ı tanımlayışından esinlenerek, “Arketipler” adını kullanmayı tercih etmiştir. Jung’un arketipleri tanımlamak için esinlendiği, St. Augustinus’un “ideae principales” tanımı şudur: “Esas düşünceler, belli bazı biçimlerdir, ya da şeylerin sabit ve değişmez nedenleridir.
İkarus uçan ilk insan olarak bilinir. İkarus ile ilgili mitolojik söylenceyi bilirsiniz, ayrıntılarına girmeden efsaneyi kısaca bir hatırlayalım: Atina’lı mimar Daidalus’un sürgünde bulunduğu Girit’te bir çocuğu olmuş. Bu çocuğun adı “İKARUS” imiş. Daidalus ve oğlu İkarus, Kral Minos’un emriyle mimarın kendisinin inşa ettiği labirente, ” Labyrinthos”a kapatılmış. Daidalos, oğlu İkarus ile buradan tek çıkış çarelerinin havayolu olduğunu düşünmüş ve kuşların pencere önüne bıraktığı tüylerden her ikisi için de kaçmaya yarayacak genişlikte iki çift kanat yapmış, bu kanatları balmumuyla sırtlarına yapıştırmış.
Milyonlarca yıl önce dünyamız tropikal bir cenneti andırıyordu. Ağırlıklı olarak yağmur ormanlarından oluşan florası, mevsimsel olmaktan uzak sayılacak denli sabit bir seyir izleyen iklimiyle yerküre hiçbir yerde buz barındırmayacak ölçüde sıcak olma eğilimindeydi. O dönem örneğin Britanya adasının koşulları Malezya ormanlarından pek de farklı değildi. Primatlar, filler, domuzlar, kemirgenler, denizatları ve denizayıları, yunus balıkları ve balinalar, yarasalar ve modern kuşların en büyük türleri ve birçok bitki familyası bu dönemde ortaya çıktı (Gribbin & Gribbin, 2005). Saadet ebedi sürmedi; 40 ile 30 milyon yıl öncesinden itibaren giderek soğuma eğilimine giren gezegenimizin jeolojik ve iklimsel koşullarında yaklaşık 10 milyon yıl kadar önce önemli değişiklikler meydana geldi:
Psikanalizin, yaşamın başına yerleştirdiği yarı mitik gelişim dönemi birincil narsisizm, rahim içi fetal döneme dek izi sürülen, benlik-nesne ayrışmasının henüz gerçekleşmediği, libidonun sadece ve sadece egoya* yatırıldığı, benliğin sadece kendini sevdiği ruhsal dünyanın –deyim yerindeyse– yitik asr-ı saadet dönemidir. Klasik psikanalitik kurama göre insan yitirmiş olduğu bu dönemi psikoseksüel gelişim sürecinde yeniden diriltmek için nafile bir gayretle çabalar durur; ancak bu çaba egoyu geliştiren dinamiktir öte yandan.
Bu konuşmanın içeriği insanlık tarihinin en eski hikâyelerinden birisi: Habil ve Kabil’in öyküsü. Dini anlatılarda kendine yer bulan bu öykü insanlığın yeryüzündeki varoluşundaki ilk cinayet kurgusunu içerir. Bu cinayet bir kardeş katlidir. Hikâyenin kutsal metinlerde nasıl anlatıldığına bakalım: Hazreti Havva yirmi batında kırk çocuk doğurmuştur. Bu ikizlerden biri oğlan diğeri kızdır. Kabil ve Habil de birer kız kardeşle bir karında ikiz doğmuşlardır.